DOLAR 32,5821 0.09%
EURO 34,9480 0.27%
ALTIN 2.421,76-0,02
BITCOIN 2095843-2.92094%
Rize
23°

PARÇALI BULUTLU

03:39

SABAHA KALAN SÜRE

Ziya Babal

Ziya Babal

05 Ağustos 2015 Çarşamba

yol üzerine “GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTER!”

yol üzerine “GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTER!”
0

BEĞENDİM

GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTER!

10 Ağustos 2014 Pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Kdz.Ereğli’nin uzak bir köyünde sandık kurulu başkanı olarak görev aldım. Hem oy kullanmaya, hem de vakit geçirmek için okula gelen seçmenler okul bahçesinde oturup uzun uzun sohbet etme imkânı buldular. Seçim yasakları devam ettiğinden sohbetin konusu tahmin edilebileceği gibi köylerimizin kronik sorunlarından biri olan patika yollardı. İçlerinde en yaşlı olana soruldu: Sizin zamanınızda o tarlanın eteğinden insanlar işler miydi? Yaşlı adam biraz düşündükten sonra “Hacı Süleyman kendi tarlasını sürmeye giderken öküzlerini o yoldan geçirirdi” dedi. Bu cevap üzerine içlerinden biri “Hayvan yolu olarak kullanılıyormuş anlaşılan.” diye yorum yaptı. Bir anda kendimi köyümdeymişim gibi hissettim. Anladım ki yol sorunu, kırsalda yaşayan insanların değişmeyen ortak sorunuydu. Ve patika yollar; hayvan yolu, suyolu, değirmen yolu ve kamu yolu olmak üzere çeşit çeşitti.

Köylerimizin tarihi, büyük ölçüde yol su ve sınır anlaşmazlıkları ile ilgili yaşanan acı hikâyelerle doludur. Köyde büyüyen çocuklar bu hikâyeleri dinleyerek büyürler. Geçmişten gelen ihtilaflar babadan oğul’a tevarüs ettiği için en ince ayrıntısına kadar gelecek nesillere aktarılır. Büyüklerin miras bıraktığı ihtilaflı konular genellikle arkadan gelenler tarafından da ısrarla sürdürülür. Bu durumu anlatan güzel bir söz vardır Lazcada:” Isırgan otunun kökünden gene ısırgan çıkar.”  (Tutucik tutuci eliğams) Şüphesiz bu kavgaların temelinde en başta cehalet, daha sonra da toprağa bağlı geçim mücadelesinin zorluğu yatmaktadır. Toprak, su ve ulaşım (yol) kırsal yaşamın olmazsa olmazları arasında yer almaktadır. Bunlara kim daha çok sahip olursa onun ayakta kalma şansı o kadar fazla olacaktır. Kısaca kavga var olma kavgasıdır.

yol3

Oysa günümüzde (özellikle doğu Karadeniz’de) toprağa bağlı olarak geçimini sağlayan pek kimse kalmadı. Köylerimizin büyük çoğunluğu gurbete taşınmış durumda. Çocukluğumuzun geçtiği topraklarda bugün gürcü işçiler, ya da kim olduğunu bilmediğimiz yarıcılar dolaşıyor. Bazı köylerde tanıdık simalara rastlamak mümkün değil. Gurbette yaşayan hemşerilerimiz arasında da uzun süreli görüşememekten kaynaklanan yanancılaşma söz konusu. Bazen akrabalar arasında bile birbirini tanımayanlar çıkabiliyor. Baba vatanıyla ilişkisini sürdürmeye çalışanlar da en çok birkaç haftalığına köyüne gelebiliyor, işini gördükten sonra bir an önce gurbete dönmek durumunda kalıyor. Sürekli köyde yaşayan ise yok denecek kadar az. Mevcut arazilerimiz daha çok kişiyi geçindirecek kadar geniş olmadığı için insanımızın gurbete kaçması doğal bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Şimdilik gurbette ölenlerimizin cenazesi zor olsa da köyüne getirilip defnediliyor. Bir kuşak sonra insanlar, büyüklerinin mezarı kendilerine yakın olsun diye yaşadıkları yere defnetmek isteyeceklerdir. Böylece köylerimiz babalarımızın değil, büyük dedelerin yattığı topraklara dönüşecek ve vatanımızla bağlantılarımız daha da zayıflayacak. Kısaca çok yakında bizim yerimizi dışarıdan gelen yabancıların alması ve kesmeye kıyamadığımız ağaçlarımızı, basmaya kıyamadığımız tarlalarımızı, hoyratça kullanmaları, en kestirmeden her tarafa yol açmaları kaçınılmaz gibi görünüyor.

Atalarımız “Görünen köy kılavuz istemez” dese de halen bu gerçeklere kör ve sağır insanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Beş paralık menfaat için komşusunu, arkadaşını, hatta dostunu inciten, küstüren, kavga eden, elin gürcüsüne gösterdiği anlayışı din kardeşlerinden esirgeyen nice dindar geçinenler var aramızda. Musalla taşındaki komşusuna tüm haklarını helal edecek kadar bonkör(!), cenazesini mezarlığa kadar taşıdıktan sonra usulüne uygun defnedip kürek sağlayacak kadar fedakâr(!), insanın gözünü yaşartacak derecede müteessir(!) görünseler de aslında ölü sevici bu beyefendiler. Bu tipler, dünyayı kendisine dar ettiği komşusunun cenazesinde en ön safta durmakla kalmaz, 7 sinde, 52 sinde ve yıl dönümlerinde yapılan mevlit merasimlerine katılıp yapılan dualara yüksek sesle AMİİN demeyi, varsa lokumunu ya da şekerini yemeyi de ihmal etmezler. En iyi komşu ölü komşudur onlara göre. İnsanın ölüsü saygındır, dirisi değil. Bu çarpık anlayışın bir sonucu olarak, sağlığında anne babasının hayır duasını alamayan, ancak öldükten sonra adına mevlit okutup şeker dağıtmakla hayırlı evlat olacağını zanneden zavallıların beyhude gayretlerine de zaman zaman şahit oluyoruz. Komşusuna iki metre toprağı çok görenlerin yüzünden yıllarca yoldan mahrum kalan, eziyet çeken, hastasını omuzlayarak, hatta çay bohçası gibi teleferikle taşımak zorunda kalanların yaşadıkları zorlukları ve mağduriyetleri hepimiz biliyoruz. Fakat ne yazık ki yola yakın olan tuzu kuru insanlarımız bu konulara karşı yeterince duyarlılık göstermiyor. Kimse elini taşın altına sokmak istemiyor. Kendisi beş vakit namazı camide kılıp 27 kat daha fazla sevap almayı beklerken, yolu olmadığı için cuma namazlarına bile camiye gelemeyen yaşlı komşularını düşünmeyen, onların da yola kavuşması için üzerine düşeni yapmaktan kaçınan bencil Müslümanların var olduğu bir ortamda dindarlığı yeniden tanımlamamız gerekiyor. Özellikle son zamanlarda bir kısım insanların, beş milyara mal ettiği hacı etiketiyle dindar bir kimliğe bürünerek, işlediği her türlü melaneti kamufle etme gayretlerini, mübarek dinimizi de istismara yönelik nifak alameti olarak görmeliyiz. Bu ikiyüzlü kişilerin elinde hacı-hoca gibi toplumda saygınlığı olan sıfatlar hızla itibar kaybediyor maalesef. Peki gerçek mümin nasıl  olurmuş bakalım:

Mümin, kardeşlerine casusluk yapmaz ve çekiştirmez.—————- (Ayet)

Mümin, diğer müminlerle kardeştir ve onları barıştırır.—————- (Ayet)

Gerçek mümin kendisi gibi kardeşlerini de düşünendir.—————-(Hadis)

En hayırlı mümin en iyi ahlaklı olandır.———————————- (Hadis)

Mümin her açıdan kendisine güvenilen kişidir. ————————- (Hadis)

Bu ayet ve hadisler ışığında herkes kendi dindarlığını yeniden sorgulamalıdır. Kıl, tüy ve şekillerle uğraşmayı, öz varken kabukla ilgilenmeyi, başına iki metrelik bez sarıp şalvar giymeyi dindarlık  sayan uyduruk din anlayışını bir kenara atmak ve her şeyden önce dini, dinci geçinen cahillerin elinden kurtarmak en önemli sorun olarak önümüzde duruyor.

yol1

Memleket güzel, doğasıyla, deresiyle ve meyvesiyle bir harika. Gurbette yaşayan hemşerilerimiz yıllar boyu bu güzelliklerin hasretini çekiyorlar. Bir an önce emekli olup bu hasrete son verme hayaliyle yaşıyorlar. Fakat emekliliğinde köyüne taşınanların birçoğu hayal kırıklığına uğradığını, umduğunu bulamadığını ifade ederek dert yanıyor. Çünkü doğal güzellikler tek başına insanlara huzur vermiyor. Doğal güzelliklerin yanında orada yaşayan insanların da ahlak güzelliği önem arz ediyor. İnsanlar arasında, kıskançlık, geçimsizlik ve bencillik had safhada. Bunlar daha çok komşu ve akrabalar arasında yaşanıyor. Elin yabancınsa karşı gösterilen anlayış ve hoşgörü öz kardeşlerden esirgeniyor. Yabancısından yarıcısına, çakalından ayısına kadar herkesin dere tepe gezip dolaştığı tarlalara en yakınların, hatta kardeşlerin ayak basmasına müsaade edilmiyor. Onlar geçmesin diye yapılan engeller, duvarlar, vahşi hayvanların bile gece işini zorlaştırabiliyor. Oysa fani dünyanın süreli imkânları her an elimizden kaymak üzere. Bugün varız, yarın yoğuz. Bu topraklarda nice insanların “küçük dağları ben yarattım” edasıyla hüküm sürdüklerini, fakat öldüğünde bir karış toprağın bile kendilerine çok görüldüğünü hepimiz biliyoruz. Çoluk çocuğun geleceğini düşüneyim derken kendi geleceğini (Ahiretini) hiçe saymak ne kadar akıllıca. Acaba mezardakilerin kaç tanesi, kendisine yeniden dünyaya gelme fırsatı verilse aynı anlayışla hareket ederdi dersiniz. Bu insanlar çok zeki olabilir, ancak çok akıllı oldukları söylenemez. Son pişmanlık fayda etmeyeceğine göre iş işten geçmeden aklımızı başımıza almalı, şu fani dünyada hoş bir seda bırakmanın peşinde koşmalıyız. Dünyada sahip olduğumuz her şeyin emanet olduğunu, onunla sınandığımızı söylüyor ve biliyoruz. Fakat uygulamaya gelince hiç ölmeyecekmiş gibi onlara yapışıyoruz.”İnsan gerçekten zalim ve cahildir” ayetinin kastettiği durum bu olsa gerek diye düşünüyorum. Ne diyordu Yunus Emre:

             Mal sahibi, mülk sahibi, nerde bunun ilk sahibi.

             Mal da yalan mülk de yalan, al biraz da sen oyalan.

Eskiden kervanların yolunu kesip mallarına el koyan ve bu yolla geçimini sağlayan kimseler vardı. Günümüzde bu meslek sahipleri pek kalmasa da zaman zaman yol kesmelerin yaşandığını da duyuyoruz. Bu işi yapanlara ne ad verildiğini de herkes bilir. Şayet bu tiplerle aynı kefeye konulmak istemiyorsak yol konusunda takındığımız tavırları bir kere daha gözden geçirmek durumundayız. Hiç kimse “Ben yola mani olmam ancak….” diye başlayan cümlelerle komik bahaneler uydurmaya kalkmasın. Yaşadığımız evi tehlikeye atmadığı sürece yolların yapılmasına, insanların ulaşım haklarına engel olunmamalı. Şayet alternatifi yoksa mezarlığın ortasından bile yol yapmak dinen caizdir (oto yol veya patika).  Çünkü dünya ölüler için değil, yaşayanlar içindir. Yaşarken düşmanlık, ölünce hayranlık anlayışı artık bitmelidir. Bu dünyada kimse hancı değil, aksine hepimiz yolcuyuz. Yol arkadaşlarımıza zorluk çıkarmak menzile varmamızı tehlikeye sokabilir. Değil mi ki :yol2

             Kimimiz yaya, kimimiz atlı, kimi sürüngen, kimi kanatlı.

             Hedef aynı yollar farklı, gidiyoruz bir menzile.

Benden duymuş olmayın ancak, siz siz olun, yol deyip geçmeyin.

            Ziya BABAL /  Ağustos 2014  Kdz.Ereğli

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.