50.Yıl Buluşmasının Ardından ….
25 yıl sonra dost meclisinde
50.yıl buluşması yad ediliyor…
Karakterlerinin pek çoğunun hayatta olmadığı buluşmanın ardından, bir araya gelen memleket ve insan sevgisi yüklü yüreklerde, göz yaşları ,coşku ve rahmet temennileri ile konuşuyoruz Bir zamanlar aynı yolda yürüyen sevdalı yürekleri …
Bu yaz sonunda elime ulaşan Ahmet ÖZER’in kaleme aldığı Yarım Yüzyıl Ötelerden MELYAT isimli yazı ile başladı İsmail Hoca, öğrencileri ve çocukları tanışıklığımız.
Yazının haber olması için eksik bilgilerin tamamlanması gerekiyordu .
Kimdi İsmail ÖZER , nereli idi , ne zaman Melyat’a gelmiş ne zaman ayrılmış idi.
Yazının ardından neler yaşanmış , şimdi nerede , hayatta mı idi.. Tüm bu sorular haber yayına girdikten sonra bana sorulacaktı . Konunun muhataplarına ulaşamazsam haber eksik kalacaktı. Oysa o kadar keyifle okumuş, o kadar beğenmiştim ki bu haberde eksik kalan hiç bir şey olmasını istemiyordum.
Okulumuzda öğretmenlik yapan kişilerden başladım araştırmaya, halen hayatta olan yaşı 60 üstündeki öğrencilerden bilgiler edinmeye çalıştım o günlere ait pek fazla gerçek bilgiye ulaşamadım maalesef. Sonucta 75 yıl öncesini araştırıyordum. şuanda tanıdığım pek çok insanın henüz dünyaya gelmediği zamanı. Sonunda internet mucizesine başvurarak yazıda geçen isimler üzerinde aramalar yaparak Kıyı dergisinde mevcut isimlere rastladım yazdığım e mail ile şansımı denemek istedim. Muhataplarıma ulaşmış olma arzusu ile ..
Çok kısa sürede gelen telefondan ve karşımda bulunan Ahmet ÖZER’in doğru kişi olmasından duyduğum mutluluğu anlatmam mümkün değil .
Konuşma sırasında Ahmet beyin samimiyeti, yazıyı çok net hatırlaması, sorduğum sorulara üstüne ilaveler yaparak cevaplar vermesi yıllar önce başlayan hikayenin önümüzdeki yıllar boyunca da devam edeceğini ilk göstergesi oldu .
O kendinden ve İsmail Hocadan ben yazının bana ulaşma hikayesinden ve derneğimizden bahsettim karşılıklı telefonlarımızı adreslerimizi paylaştık ve en kısa sürede biraraya gelme ortak arzumuz üzerinde sözleştik.
Edindiğim bilgiler ışığında sevgili büyüğümüz Azen KANTOĞLU tarafndan paylaşılan fotoğraflar eşliğinde 1937’den 1987’ye melyat ilkokulu anıları haberini sitemizde yayınladık .
Haberimiz büyük ilgi gördü , pek çok destekleyici telefon ve yorum aldık .
Aradan geçen birkaç günden sonra Ahmet beyden İstanbul’a geleceği telefonunu aldım . Bir buluşma planladık . Başta dernek başkanımız Alaettin AKTEPE ile birlikte bu buluşmanın yazının etkisini sürdürmesini istiyorduk . Ve yazıda adı geçen halen hayatta olan kişiler ile fotoğraflarda yer alan şuan da hayatta olmayan kişilerin çocukları ve akrabalarını buluşmadan haberdar ettik. Hemen herkes konuyla çok ilgilendi kısa sürede ulaşabildiğimiz müsait olan kişiler ile İstanbul Pazarlılar Birliği dernek binasında Ahmet bey, kardeşi Aykın bey ve eşleri ile 29 Ocak 2013 tarihin de bir araya geldik.
Usulen yaşanan tanışma faslının ardından uzun yıllardır birbirlerini tanıyan insanların samimiyeti ile 75 yıl öncesinin anıları üzerinde sohbetler edildi. Dernek Başkanımız Alaettin Aktepe ve Pazarlılar Birliği Dernek Başkanı İbrahim Konan’ ın ev sahipliği yaptığı gecede güzel sohbeti destekleyen, heyecan , mutluluk , hüzün ve yazı ile ifade edemeyeceğim pek çok duygu bir arada yaşandı .
Hepimiz orada bulunmaktan son derece memnunduk ve gece hiç bitmesin istiyorduk.
1938 yılında çekilen fotoğraflar elden ele dolaşıyor herkes tanıdık bir yüz arıyordu Azem amca hatırlayabildiği kadar ile resimdekilerin kimler olduğunu bizimle paylaşırken bizde o kişilere dair notlar alıyorduk.
Ahmet Bey, 25 yıl önce kaleme aldığı yazıyı bir kez daha kendi yorumu ile seslendirdi. O sırada hemen her satırda yazıyı başı ile onaylayan Azem amcanın sevinci görülmeye değerdi. Şeref amcanın (ERGENÇ) döneme ait anıları geçemizi renklendirdi.
Ve Aykın Beyin isteği ile Ahmet Beyin Nazım HİKMET’ in Kuvai Milliye şiirinden bir alıntıyı bizlerle paylaşmasının ardından sözün bittiği zamanlar yaşandı.
Artık sadece gözyaşları içerisinde söyleyecek söz bulamadan o ortamda bulunmanın mutluluğu ile sessizliği paylaştık. Bu buluşmanın hatırasına Sayın İsmail ÖZER’ in ardından okulumuza ve yöremize sağladığı katkılara teşekkür amacı ile hazırladığımız plaketi çocuklarına takdim ettik. Bugün yeniden başlayan dostlukların uzun yıllar sürmesi temennisi ile hatıra fotoğrafları çektirdik. Bir arada olmanın mutluluğunu dile getirdik.
Dernek olarak bizi bir araya getiren memleket sevdamız ile yola çıkışımızın beşinci yılında yaşadığımız bu özel programla ne kadar doğru yolda olduğumuzu ve ne kadar uzun ve başarılı yollar kat ettiğimizi gördüm .
Dernek olmasa idi çeyiz sandığında saklı kalacak bu yazı belki de gün yüzüne çıkamayacak bizler bir zamanlar Melyatderesine eğitim hizmeti veren İsmail Hocadan haberdar olamayacaktık .
Amacı birliktelik, dostluk , kardeşlik Malzemesi sevgi, tarihe ve kültürel değerlere saygı olan derneğimizin varlığını sürdürmesi sizlerin desteği ve katkıları ile gerçekleşecektir.
Yanımızda olun ki yol almaya devam edebilelim…
Gülay AKSU
Ve çok uzak, çok uzaklardaki İstanbul limanında, gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük, kurnaz ve mağrur gidiyorlardı Karadeniz’e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…
İstanbul’dan Nabizâde Konağı’ndan Melyat’a Bakarken
Yıllardır yönetiminde bulunduğum, ürünlerimle yer aldığım Kıyı dergisinin e-postasına 23 Ocak 2013’te “acil ve önemli” kaydıyla Gülay Aksu tarafından bir ileti gönderiliyor: Merhaba! İrtibata geçebileceğim bir telefon numaranız var mı? Benim telefonum(…). Ahmet Özer beyefendiye ulaşmaya çalışıyorum desteğinizi rica eder, kolaylıklar dilerim.
Derginin e-postasına bakan arkadaş, bu iletiyi aynı gün bana yönlendiriyor. Doğrusu bu adın, Kıyı’mızın bir okuru ya da ürünlerini dergiye göndermek isteyen bir amatör yazar olabileceğini düşünüyorum. Öyle ya sanat dergisinin yönetmenine acil olarak ulaşmak isteyen kişinin başka ne isteği olabilirdi?
Verilen telefonu arıyorum. Karşımda bir hanımefendi. İlk cümlesi babamın adını vererek “Siz İsmail Özer öğretmenin oğlu Ahmet Özer misin?” diye soruyor. Doğrusu hiç beklemediğim bir soruydu bu? Babamı kaybedeli 13 yıl olmuştu, 13 yıl sonra onun adını anıp benim, onun oğlu olup olmadığımın sorulması ilginç gelmişti bana.
Soruya “evet” yanıtını verince karşımdaki hanımefendinin soluğuna bir sevinç rüzgârının dolduğunu duyumsadım.
Peki, sözlerin arkası nasıl gelecekti?
Gülay Hanım, önce 1987’de Melyat’la ilgili yazdığım yazıdan söz etti. Yazımı anımsıyorum. O sıralar Rize / Pazar hâkimi olan kardeşim Aykın’la babamı 50 yıl öncesinde öğretmenlik yaptığı yere götürmüştük. Yıllar önce bıraktığı 10-15 yaşındaki öğrencilerini 60-75 yaşında bulmanın sevincini yaşamıştı İsmail öğretmen.
Gülay Hanım, 1936-1938’in Melyat’ına gönderme yapıp babamın oradaki öğretmenliği sırasındaki öğrencilerinden söz etmeye başladı. Doğrusu yazdığım yazının etki gücü çok kişiyi ilgilendirmişmiş meğer. 50 yıl sonraki o tarihi görüşmeyi o günkü koşullarda elimden geldiğince kaleme almış, hazırladığım dosyadan birkaç suret çıkarmış, birini de kardeşim aracılığıyla babamın öğrencisi Ahmet Aksu’ya göndermiştim. 50. yıl buluşmasında öğretmeninin yanı başında olan Ahmet Aksu (Terzi Ahmet) bu dosyayı ölümüne yakın bir sırada çok iyi koruması için gelinine emanet etmiş. Gelini, çeyiz sandığında pamuklara sarıp sakladığı dosyayı yıllar sonra Melyatderesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’ne teslim etmek için Gülay Hanım’a vermiş.
Doğrusu bu bilgiyi Gülay Hanım’dan öğrenirken gözlerim buğulandı.
Yıllar sonrasında öğretmeniyle karşılaşan, bu karşılaşmada yaşanan sevinci ele alan bir yazıyla mutlu olan bir öğrencinin söz konusu yazıyı içeren dosyayı gözü gibi koruyup onu ölümüne yakın sağlam ellere emanet etmek için sergilediği duruştan çok etkilenmiştim.
Bir yazının zamanı aşıp günümüze ulaşması, yazıyı yazan kişi olarak da beni sevindirmişti.
26 yıl önce kaleme alınan, çoğu bu dünyadan göçmüş yöre değerlerinin anlatıldığı dosyayı Gülay Hanım büyük bir heyecanla okumuş. Telefonla görüştüğümüzde her okuyanın gözlerinin buğulandığını, böyle bir yazının iyi ki yazıldığını vurgulayıp bana teşekkür etmesinden de mutluluk duymuştum.
Gülay Hanım, Melyatderesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nden söz ederek yazımı internet ortamında yayımlamak istediklerini bildirince, dil ve anlatım açısından o günkü yazımda kimi eksiklikler olabileceğini düşünerek onu yeniden yazabileceğimi belirttim. Gülay Hanım, yazıyı tarayıp ilk biçimiyle yayımlamak istediklerini belirtince, ben de uygun gördüm; çünkü o yazıyı yazdığımda bilgisayar daha evlerimize girmemişti.
Gülay Hanım’a kısa bir süre sonra İstanbul’a geleceğimi bildirince, o da gelince tanışmanın, dernekteki arkadaşlarla görüşmenin iyi olacağını, bundan mutluluk duyacaklarını belirtti.
***
Kısa bir süre sonra İstanbul’daydım. Gülay Hanım’dan Melyatderesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin adresini alınca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan oğlu Can’ı görmek için o günlerde, İstanbul’da bulunan kardeşim Aykın ile eşi Bilsen’in de dernekteki görüşmeye gelmelerinin iyi olacağını düşünüp kendilerine haber verdim.
Söz konusu yıllarda Pazar’da hâkimlik yapan kardeşim Aykın, eşiyle birlikte böyle bir toplantıda bulunmaktan mutlu olacağını dile getirdi. Eşi Bilsen Hanım’ın Ardeşenli olması burada bir başka sevinci yaşayacak olması, düşlerimize tazelik kazandırdı. Ne de olsa anadilini bildiği kişilerle yan yana olmak onun için mutluluk yaratacaktı.
29 Ocak günü İstanbul’un trafiğinin yarattığı sorun nedeniyle biraz gecikmeli de olsa Kadıköy, Hasanpaşa Mahallesi, Nabizâde Sokağı 47 numaralı konağa ulaştık.
Üç katlı binanın ikinci katında, geleceğimizden haberli nice güzel insan bizi bekliyordu. Ben ve eşim Nazlı Hanım, kardeşim Aykın ve eşi Bilsen Hanım, öncelikle bu buluşmayı kotaran Gülay Hanım’la tanıştık. Ardından salondakilerle çok içten bir buluşma gerçekleştirildi.
Yerlerimize oturduk. Bütün gözler üzerimizdeydi. Neler konuşulacaktı, bizden onlara, onlardan bize yansıyacak duygu ve düşünceler kim bilir bizi nerelere götürecekti.
Bize böylesine özgün bir ortam oluşturanlara teşekkür edip bir yazının onca insanı bir araya getirdiği üzerine düşüncelerimi özetledikten sonra, sözü Gülay Hanım’a bıraktım. Gülay Hanım, hazırladığım dosyanın günyüzüne çıkarılıp internete bırakılmasına değin uzanan süreci özetledi. Gözler kardeşim Aykın’ın üzerindeydi. Aykın:
– Pazar hâkimliğim sırasında bir yurttaş yaş büyütme nedeniyle mahkemeye başvurmuştu. Osman Nuri Akardaş adlı yaşlı bir berber, mahkemede tanıktı. Yaşını dikkate alarak kendisine babamın 30’lu yıllarda Melyat’ta öğretmenlik yaptığından söz ettim, hatırlamadığını söyledi. Bir süre sonra Nâzım Ergenç (Aykın o sırada Şeref Ergenç’e dönerek, ‘sizin ağabeyiniz’ dedi.) Terzi Ahmet’le birlikte Pazar adliyesine geldiler. Doğrusu büyük bir heyecanla babamı görmek istediklerini belirttiler. Onlara babamın Trabzon’da yaşadığını, oraya gidebilirlerse kendisiyle görüşebileceklerini söyledim. Birkaç gün sonra bu ziyaret gerçekleşti. Ama asıl görüşmenin Melyat’ta olmasının çoğu tanıdık için büyük coşku yaratacağını ifade ettiler.
Kısa bir zaman sonra ağabeyim annem ve babam Pazar’a, beni ziyarete geldiler. Onlar gelmeden Melyat’a gitme konusunda gerekli bağlantıyı kurmuştum. Babamın yıllar önce yaşadıklarıyla baş başa kalacak olması, sevenleriyle kucaklaşması hepimiz adına bir coşku yaratacaktı.
Bundan sonrası ağabeyimin yazdığı dosyada anlatıldı.
Ben de dosyayı birkaç kez okudum. Orada ağabeyimin yazmadığı bir noktayı da burada anlatmak isterim. Babam görüşme sonrasında, orada yıllar öncesinde bıraktığı öğrencileriyle yaşadığı coşkunun ardından uzaklara dalıp gitti:
Burada öğretmenken yöreden bir genç kız bütün yüreğiyle bana yakınlık göstermeye çalıştı. Çoğu zaman bir bakraç süt, bir bakraç yoğurtla kapımı çaldı. Birkaç kez duygularını dile getirmek istediğinde, yapacağı aşırı bir davranışın ikimize de zarar verebileceğini belirttim kendisine. Ancak aşkın gözü kördü. Melyat’tan bir deniz motoruyla ayrılırken tepelerin üzerinden bindiğim motoru izleyerek elindeki mendili sallaması, aklımda kalan son görüntü oldu. Doğrusu onun kimlerden olduğunu araştırmak bile istemedim; çünkü orada çalıştığım sırada evliydim ve üç kızım vardı.
Bu anlatılanların ardından salonda birlikte olduğumuz dostların adlarını öğrenmek istedim.
– 26 yıl önce yazdığım bir yazı, bizi bu gece bir araya getirdi. Bu gece için yazacağım yazı da gelecek yıllardaki dostluğumuza ışık tutacaktır dedim.
Ricam üzerine herkes sırayla adını söyledi.
– Tuncay Aksu: Ahmet Aksu’nun yeğeniyim
– Metin Ergenç : Nâzım Ergenç’le amca çocukları oluruz.
– Âzam Suphi Kantoğlu: İsmail hoca, ağabeylerimin öğretmeniydi ben o sıralar küçüktüm, okula gitmiyordum.
– Şeref Ergenç.
– Alaattin Aktepe : Osman Ökten’in yeğeni, Melyatderesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanıyım.
– İbrahim Ökten: Nazmi Ökten’in oğluyum
– İlhan Kantoğlu: Âzam Kantoğlu’nun oğluyum.
– Gülay Aksu: Terzi Ahmet Aksu, babamın amcasıdır.
– Kerim Bayraktutan, Örnek köyünden Kantoğlu Mahallesindenim.
– İbrahim Konan: Pazarlılar Birliği Derneği Başkanıyım.
Sözü alıyorum, Ahmet Tahtakılıç’tan söz ediyorum: Tahtakılıç, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Emirdağ, Milas, Beşiri, Ayaş ve Pazar’da kaymakamlık yapmış, politikaya atılmış, milletvekili ve senatör olmuş, Çalışma ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir değerimiz…
Babamın orada görev yaptığı sırada Pazar kaymakamıdır. Pazar’da ortaokul olmadığından çoğu öğrenciler ilkokul sonrası okuma olanağı bulamıyorlarmış. Tahtakılıç, dönemin öğretmenlerinden destek alarak ortaokulun Pazar’da açılması konusunda büyük özveride bulunmuş. Rizeliler de onu unutmamış, sanırım kimi okullara adını vermişler.
Orada bulunanlar sözümü tamamladılar: Evet bir iki okulda adı yaşatılıyor denildi.
Ankara’da 80’li yıllarda bir etkinlikte dinlemiştim kendisini.
Zamanımız sınırlıydı. İşin gerçeği dağarcığımızda ne varsa o gece ortaya dökecektik.
Birden fotoğraflar sürülüyor önümüze
Aman Allahım!
Babamın ilk kez farklı bir fotoğrafını görüyorum.
Melyat’ta çektirdiği bir fotoğraf vardı belgeliğimde ama solup gitmişti.
Bir yenisi önümde, öğretmen arkadaşları ve öğrencileriyle. Gencecik bir öğretmen daha 30’una varmamış. Evinden, çocuklarından, eşinden uzakta bir başka iklimin çocuklarını eğitmek için gönüllü bir nefer. Benim doğmama daha 8 yıl var.
Yirmi dört saat mesai yapmakla görevli bir yürek.
Evet yirmi dört saat mesai.
Çünkü Çankaya’da Mustafa Kemal Atatürk cumhurbaşkanıdır o sıralar.
Bu onur o dönemin öğretmenlerinin fotoğraflarına da bir güzel yansıyor.
Gözlerim buğulanarak soluğumu kesip fotoğrafa bakıyorum.
O andan beni çıkaracak tek şey şiir olabilirdi.
Sözü Nâzım Hikmet’e getirdim. Onun Hopa Cezaevi’nde yattığını, tutukluyken gözlediği kişileri şiirinde bir güzel anlattığını belirttim. Nâzım Hikmet Kuvayi Milliye’de Lazları ne güzel anlatır dedim.
Ortak bir ses yükseldi.
– Hocam, sizden dinlemek isteriz.
– Tam da yeri burası dedim ve ayağa kalkıp Nâzım’ın
“ve çok uzak
çok uzaklardaki İstanbul limanında
gecenin bu geç vakitlerinde
kaçak silah ve asker ceketi yükleyen Laz takaları…” dizelerinin de yer aldığı şiirini
yüksek sesle okumaya başladım.
Doğrusu dinleyenlerin tümü gurur, coşku ve sevinci iç içe yaşıyorlar. Kardeşim Aykın’la, İbrahim Konan’ın gözleri buğulanıyor.
İbrahim Konan, kardeşim Aykın’ın yanına geçiyor o ara. Aykın’ın, İbrahim Bey’in babasını yakından tanıması, bir değerli insanın oğluyla yapılacak söyleşinin kendisine nice güzellikler kazandıracağını düşünmüş olsa gerek. O kısacık anda İbrahim Bey’in telefonundan Pazar’daki ortak dostların seslerine ulaşılıyor. Yıllar öncesinde bırakılan anılar tazeleniyor. Her ikisinin de gözlerinden bir güzelliğin ışığı yansıyor.
Şeref Ergenç sözü alıyor, Ahmet Ergenç’i (Babaloğlu) anlatıyor. Onun Kuvayi Milliye’deki emeğinden ve mücadelesinden söz ediyor. “Ağva’da bir Yunan botu tarafından yakalanıyor ve denize atılıyor. Ciğerleri iflas ediyor sularla boğuşurken. Ağva’da köylüler buluyor onu, İstanbul’da kalıyor, memlekete dönmüyor, Şirket-i Hayriye vapurlarında çalışıyor.”
Birlikte olduğumuz bu değerli insanların gündeminde tek konu vardı: Doğup büyüdüklerini coğrafyanın büyüsel güzelliğini her türlü tehlikeden arındırmak. Çocukluk yıllarında susadıklarında su içtikleri derenin fabrika atıklarıyla renk değiştirmesine, çevrenin alabildiğine kirletilip yaşanmaz duruma getirilmesine tepki gösterip birliktelik oluşturma…
Özlemleri bu çerçevede yer alıyordu.
2007’den bu yana Melyat’ta vadinin etrafındaki çöplerin toplanması için çaba gösterildiği belirtildi o gece. Bu konuda görevlendirdikleri iki kişiyi sigortalı yapıp aylığını İstanbul’dan gönderiyorlarmış.
Bilsen Hanım, ara sıra anadiline sığınıp Şeref Ergenç’le Lazca konuşuyor. Her ikisinin sözlerinden Doğu Karadeniz yağmurunun damlaları dökülüyor. Kimi Lazca sözcüklerin yöresel farklılıklarını tartıyorlar. Karadeniz’den, Rize coğrafyasından İstanbul’a bir rüzgâr esiveriyor o anda.
Birden bir plaket uzatılıyor ellerimize.
MelyatDeresi Derneği adına başkan Alaettin Aktepe’nin armağanı olan plaketin üzerindeki yazıyı aynen okuyorum:
“1936-1938 Yılları arasında görev yaptığı Merdivenli Köyü İlkokulu’nda yapmış olduğu hizmet ve katkılarından dolayı Merhum İsmail Özer’e (İsmail Öğretmene) teşekkür ederiz.
Rahmet Diliyoruz Mekânı cennet olsun.”
Eğitim emeğinin ne denli büyük olduğunu, bunun 75 yıl sonra da olsa anlam bulduğunu düşünüp büyük bir sevinçle plaketi alıyor ve bu konuda gösterilen inceliğe, vefaya, kadirbilirliğe içten teşekkür ediyorum.
Bir değerli öğretmenin çocukları ve gelinleri olarak büyük gurur duyuyoruz.
Kardeşim Aykın da benzer duyguları taşıyan düşünceleri ifade edip gösterilen inceliğe teşekkür ediyor.
Ayrılma saati gelince içimize bir burukluk çöküyor.
İbrahim Konan, karşındakine güven duygusu veren, saygın bir kişilik. Pazarlılar Birliği Derneği Başkanı olarak hem aklı hem yeteneği temsil ediyor, projelerini anlatıyor. Birlikte konağın katlarını geziyor, duvardaki fotoğraflar üzerine bilgi alıyoruz. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun aslına uygun şekilde onarılan konağın 7 Mayıs 2011’de açılış kurdelesini kesmesi, Fındıklılı bir hemşeri olarak kendilerine güven veriyor. Konan, Nabizâde Konağı’nın bahçesinde yapılan değişikliklerle buranın sosyal etkinlikler için özgün bir ortama dönüştürüldüğünü, Ekonomik koşullar istenilen düzeye ulaştırıldığında, Pazarlı öğrencilerin önemli bir bölümüne burs verileceğini söylüyor.
Melyatderesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Alaattin Aktepe söze giriyor: İşlerinin bitmediğini 14 Nisan 2013 günü İstanbul’da tulum eşliğinde bir Boğaziçi turu gerçekleştireceklerini belirtiyor. Değerli hemşerileri başta olmak üzere tüm dostlarına güzel bir gün yaşatmak için şimdiden kolları sıvadıklarını sözlerine ekliyor.
Gülay Hanım, bir yazışmayla böyle bir buluşmayı gerçekleştiren hanımefendi olarak hepimizin takdirini kazanıyor. Nâzım’ın ölümünün 50. yıldönümünde Moskova’da olacağımızı, kendisinin de böyle bir gezide bizimle olabilmesinden sevinç duyacağımızı belirtiyorum. Gelme konusunda gerekli çabayı göstereceğini söylüyor.
Alt kata indiğimizde, bizi dilediğimiz yere götürecek bir aracın bekletildiğini görüyoruz. Karadeniz insanının sıcakkanlı tavrı onun çekirdeğinde gizli. Bu gece bizi istediğimiz yere ulaştırmadan kimsenin rahat etmeyeceği bir gerçek.
Bizimle bu geceyi paylaşan İbrahim Ökten’in aracına doluşuyoruz. Aykın, İbrahim Konan’ın babasının oğlu olduğunu vurgulayıp, birlikte o kısacık anda kendisini tanımanın mutluluğunu dile getiriyor. Böyle bir değerimizin hemşerilerine öncülük yapmasının büyük bir kazanç olduğunu vurguluyor. Onunla bu gece burada tanışmanın kendisine kıvanç verdiğini anlatıyor. Bir süre sonra Aykın’la eşi Bilsen Hanım’ı tren istasyonuna yakın bir yerde bırakıp çocuklarımızın evine, Soyak Yenişehir Palmiye Sitesi’ne yöneliyoruz. İbrahim Ökten bir yandan aracını sürüyor, bir yandan da yaşamından nice kesiti çok ince bir duyarlıkla anlatıyor, ülke gerçeklerini son derece akılcı bir mantıkla yorumluyor. Derinlikli bir söyleşinin içinde buluyoruz kendimizi.
Her güzelliğin bir soru vardı.
Bir başka gün bir başka ortamda buluşmak, yaşanan gecenin oluşturduğu sevinci yeniden paylaşmak dileğiyle kucaklaşıyoruz.
Burada, özellikle bizleri bir araya getirmede gösterdiği çaba nedeniyle Gülay Hanım’a içten teşekkür etmek isterim. Bizlerle gerekli bağlantı kurulmasaydı, o gece o büyük sevinci yaşayamayacaktık.
26 yıl önce yazılan bir yazının içsel güzelliği, kış soğuğunu bahar yeline dönüştürüvermişti.
Ahmet Özer
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.