DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 20662752.2568%
Rize
17°

PARÇALI BULUTLU

12:20

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

UNUTULMAYANLARIMIZ

TARİHTE İZ BIRAKAN BÜYÜKLERİMİZ

 

Yaşayan örnek büyüklerimiz ile köyün ileri gelenleri ve yaşlıları ile görüşülerek AHİRETE İNTİKAL ETMİŞ DEDELERİMİZ & NENELERİMİZDEN ÖRNEK KİŞİLERİN, sözleri, zekası, çalışkanlığı, icatçılığı, fedakarlığı, üretkenliği, aydınlığı, insanlara faydası, vb. gibi güzel iz bırakan ve isimleri unutulmayan büyüklerimize yer verilecektir. Kaynak kişi de belirtilecektir. Nesillerinden mümkünse fotoğrafı istenecektir. Yazının durumuna göre çocukları yada torunlarından izin alınacaktır. Dedelerimizin güzel sözlerini ve güzelliklerini kaybetmemeliyiz.

NOT: lütfen bu linki amacı dışında kullanılması için (vefat eden akrabaların yer alması vb.)  taleplerde bulunmayınız.

 


 

ZEHRA ASMALI / ZEHRA ANA (ZERA NANA)

Derelilerimizin tabiri ile ”Yedi paraköyün ve enaz dört neslin ebesi ve Ana’sı”dır. Yadımsever, fedakar kişiliği ile günün her saatinde ve her köye çağrıldığında hiç sıkılmadan sadece Allah rızası için  40 yıl canları kurtarmaya ve yakınlarını sevindirmeye koşan herkesin ”Ana” dediği meşhur ebemiz, büyüğümüz rahmetli Zehra Anamız, nur içinde yatsın.


 

GÜLSÜM UYUMAZ (KUNENİ NANA / MORDE) (1895? – 1975?)*

Gülsüm, 1908 (?)* yılında İsmail Uyumaz ile evlendiğinde 15 yaşına yeni basmıştı. Geçim kaynaklarının kısıtlı olduğu Suminat’ta o zamanın geleneklerine göre (eskilerin ifadesi ile) bir basma eteğe, bir sandığa avramitten suminata gelin geldi. Hayatını birleştiren bu iki genç kısa süren evliliğinde  1,5 yıl ara ile 4 çocuk sahibi oldu. Son çocuğuna hamileyken eşi vatani görevini yapmak üzere  askere(?)* gitti. Geride bıraktığı eşi 4 erkek çoğuna bakmanın tüm zorluklarına katlanıyordu. Kısıtlı imkanlar ile geçinmeye çalışan 4 çocuk annesi bu kadın eşinin yolunu gözlüyordu. 4 yıl boyunca haber alınamayan İsmail bir gün çıka geldi. Eşini hamileyken bırakmıştı.

En küçük çocuğu 4 yaşına gelmişti. Dağlar kadar olan hasretini kısa sürelide olsa gidermeye çalıştı. Biliyordu ki, Osmanlı İmparatorluğunun son günleriydi ve vatanın durumu her geçen gün kötüye gidiyordu. Ailesiyle geçirdiği her günü dolu dolu yaşıyordu.

Evine döndüğü henüz 1 ay olmuş ki “Çanakkale Geçilmez” diyebilmek için çağrıldığı görevi bir an olsun tereddüt etmeden kabul etti. Ailesi ile vedalaştı. Hakkı, Hasan, Hüseyin, İbrahim adını verdiği çocuklarını önce Allaha sonrada eşine emanet etti. Evlerinin hemen üzerinde bulunan, patika köy yolundan eşine son bir defa daha baktı ve sonsuza kadar sürecek hasretin tohumlarını köy yolunda bıraktı. Ardında 4 aslan parçası ve hasretine hiçbir zaman alışamadığı, doya doya yaşayamadığı eşini Gülsüm Uyumaz’ı bıraktı. En küçük oğlu 4, en büyük oğlu ise 8,5 yaşındaydı.  En küçük oğlu; kısa bir süre için gelen ardından da vedalaşarak giden kişinin kim olduğunu anlayamamıştı.

İsmail, batıda bulunan Çanakkale’ye giderken, Türk birlikleri doğuda Ruslar ile savaşılıyordu. 1914’te Ruslar karşısında,  Sarıkamış yenilgisiyle birlikte Rus birlikleri karşı saldırıya geçtiler. Böylece Artvin Rusların eline geçmiş oldu. 1915 Şubatının sonlarında Karadeniz kıyısı boyunca saldırıya geçen Rus birlikleri Viçe’yi (Fındıklı) aldıktan sonra 5 Mart 1916’da Atina’yı (Pazar),9 Mart 1916’da da Rize’yi aldılar. Vatanın dört bir yanında savaş olanca şiddeti ile sürerken, açlık sefalet tüm yurdu sarmıştı. Bu arada Çanakkale savaşı bitmiş, düşmanı yurttan atmak için diğer cephelerde savaşlar başlamıştı.

Gülsüm “Evinin hemen üzerinden geçen patika köy yolunda oturur” Atina (Pazar) yada Mapavri (Çayeli’nden) gelenlere Eşinden bir haber olup olmadığını sorardı.

Tüm yurtta olduğu gibi suminatta geçim sıkıntısı hat safhadaydı. Gülsüm Uyumaz çocukları yetiştirebilmek için; Rusların Melyat’ta yaptığı yol çalışmalarında karın tokluğuna çalışıyordu. Eskilerin tabirleri ile “bir somun ekmeğe akşama kadar çalışıyordu.” Gülsüm çoğu zaman öyle yemeği yemez biriktirdiği ekmekleri çocuklarına getirirdi. 1920’li yıllarda köyümüzde geçim kaynağı yok denecek kadar azdı. Geçim kaynağı olarak sayılabilecek birkaç ürün ise; Fındık, Mısır, Fasulyedir. Yemek için ekmek bulamadıklarında; çoğu zaman kurutulmuş fasulye taneleri değirmende öğütülerek un gibi ufalanmak suretiyle ekmek yapılırdı.

Günler günleri kovalıyor, aylar geçiyordu. Gülsüm, çarşıdan dönenlere “İsmail’i gördünüz mü?”, “ondan bir haber var mı?” diyordu. Eşinin döneceğinden o kadar emindi ki, bir an olsun gelmeyeceği düşünmemişti.

Savaş bitmiş, vatan tamamen düşman işgalinden kurtulmuştu. Savaşa gidenler köylerine dönmeye başlamıştı. Gülsüm ise, savaştan dönenlerin yolunu evinin üzerinde bulunan patika yolda oturarak gözlüyordu. Her gelen gaziye İsmail’i soruyor ancak hiç olumlu cevap alamıyordu. Gün boyu gelenlerin yolunu gözleme işi, gün kararıncaya kadar devam ederdi. Atina (Pazar) yada Mapavri (Çayeli’nden) gelen son kafile artık arkadan kimsenin gelmeyeceğini söyleyinceye kadar bekleme işlemi devam ederdi.

Gülsüm’ün çevresindeki insanlar eşinin gelmeyeceğini, yaşının genç olduğunu evlenmesi gerektiğini söylüyorlardı. Güzelliği dillere destan olan Gülsüm; bu konuşmalar üzerine mümkün olduğunca kötü giyinir, (anlatılanlara göre) yüzüne yanmış odunlardan oluşan isleri sürerdi.

Bu arada Rusların yapmış olduğu köy yolu yarım kalmıştı. Köy yolunun Suminat’a kadar çıkabilmesi için 40 yıl daha beklemek gerekecekti.  Yapılan yol şimdiki Suminat Avramit yol ayrımının olduğu yere kadar ancak gelebilmişti. Buradan sonra ise insanlar yürüyerek yada atlar ile patika yoldan devam ederdi.

Köselerin evinin altında, diğer bir ifade ile Kuneni’lerin evlerinin hemen üzerinde bulunan ve hala kullanılmakta olan patika yol, köy yoluydu. O yıllarda Bogidan çarşıya gidenler ve gelenler Gülsüm’ün evinin üzerinde bulunan yoldan geçerken atlarını dinlendirirler ve mutlaka Gülsüm ile sohbet ederlerdi. Sülalelerine verilmiş isimden dolayı O’na, “KUNENİ NANA” (Kuneni anne) derlerdi.

Her zaman olduğu gibi, çarşı günlerinde patika yolda oturur eşi İsmail’i sorardı. Yoldan geçenler ona o kadar alışmışlardı ki; Kuneni Nana, eşini sormadan “Bugün de gelmedi, gelmeyecek” derlerdi. Kuneni Nana ise bu kötü haberlere hiç kızmaz, beklemeye devam ederdi.

Çevresindeki insanlar tarafından çok sevilir, herkese yardımı dokunurdu. Bu arada çocuklarının evlilik zamanları gelip çatmıştı. Onca yokluğun ve kimsesizliğin, bir de çaresizliğin içerisinde; çocuklarından Hakkı’yı Emine ile Hasan’ı Hatice ile Hüseyin’i Safiye ile İbrahim’i Hatice ile evlendirdi.

Bıkmadan usanmadan, eşi İsmail’in döneceği günü beklemeye devam etti. Her gelene, her geçene eşini sordu. Geleceği günü iple çekti.

Çocuklarına ve torunlarına kol kanat gerdi. Evinin çevresinde bulunan komşu çocuklarını bakardı. Yaşlanmaya başlamıştı. Ne kişiliğinden, ne tavırlarından ne de eşinin geleceğine dair umutlu bekleyişinden hiçbir şey yitirmemişti.  Çocuklarının daha rahat etmeleri ve başka geçim kaynaklarına sahip olabilmesi için; devletin desteği ile dikimi yapılan çay ekmeye başladı.  Çaydan  kendisi istifade etmese de, çocukları ve torunları için iyi bir geçim kaynağı oldu. Torunlarının çocukları O’na büyükanne anlamına gelen “MORDE” ismini takmışlardı. Düğünlerin ve davetlerin yegane aşçısı idi. Elinden, dillere destan lezzetli yemekler çıkardı. Orijinal yemek yemek için Kuneni Nana’nın başlığını yaptığı düğünler iple çekilirdi. Etrafında çok sayılırdı. Konu komşuya ve köyden isteyen herkese ıhlamur ve kestane kabuğundan heybeler(stiribi) yapardı. Çocuklara küçüklerini örerek sevindirirdi. Muhterem ve örnek alınan kadındı.

Yaşı iyice ilerleyince  aynı evi paylaştığı oğlu İbrahim ile yaşamaya başladı. Üzerinde yaşamının son anına kadar çıkartmadığı siyah yamalı bir keşan’ı vardı. Sürekli ocaklığın kenarında koyun postunun üzerinde otururdu. Artık yürüyebilmek için değneklere mahkum olmuştu.

Ama eşinin geleceğine dair ümidini yitirmedi. Her çarşı günlerinde kapının önünde bulunan sedire (golağunaya) oturur. Çarşıdan son gelen kişiye kadar bekler “çocuklarımın babası ismail’i gördünüz mü?” “geldi mi, geldi mi?” diye sorardı.
ÖLDÜĞÜ GÜNE KADAR KOCASINI BEKLİYORDU. ÖLMEDEN ÖNCE ÇOCUKLARINA İLETTİĞİ VASİYETİNDE “İsmail gelince benim yanıma gömün ” DEMİŞTİ.

1975 (?) yılında hakkın rahmetine kavuşan Kuneni Nana’ ın eşi İsmail’den hiçbir zaman haber alınamadı. Muhtemelen binlerce kişinin öldüğü Çanakkale savaşında şehit düşmüştü. Ama ne Şehit İsmail’in adı ne de, Kuneni Nana’ın adı aradan geçen yıllara rağmen unutulmadı.

SIRTINDA YAMALI KEŞANI, ERKEK MİSALİ UZAMIŞ BEYAZ SAKALLARI İLE HEP ÖZLEMİNİ ÇEKTİĞİ KOCASI  VE YILLARIN ÇİLESİNİ PEŞİNE GÖTÜRDÜ.
Onu tanıyanlar ona; GÜLSÜM derler,

Eski nesiller KUNENİ NANA der,

Yeni nesilden bilenler ise MORDE.

Tabi hiç bilmeyenlerimiz de var.
NOT: Yazının içerinin oluşmasında katkısı bulunan;

Nurten Asmalı’ya      (Kuneni Nana’nın Torununun Çocuğu)

Zeliha Babal’a          (Kuneni Nana’nın Torunu)

Hatice Uyumaz’a      (Kuneni Nana’nın Torunu)

Fatma Babal’a          (Komşu gelini) teşekkür ederim.
Derleyen ve Yazan: Yakup Asmalı (Kuneni Nana’nın Torununun Torunu)

* Tarihler ve olaylar net olmadığından soru işareti ile ifade edilmiştir.


VAROL AKSU (1946 – 01.04.2005)

Ölüm hiç kimseye yakışmaz , herkes yaşadığını anı bilir ve hep vakitsiz gelir … Varol Amcanın ölümü de böyle vakitsiz geldi, 1 nisan 2005 günü dünyanın her yerinde insanlar keyifli şakalar yaparken o bize en kötü nisan 1 şakasını yaptı. Dışarıdan baktığınızda iri cüssesi, kalın ses tonu ile sert bir adam gibi gözüken ancak biraz yakından tanıdığınızda son derece anlayışlı, hassas, kırılgan bir yapıya sahip çok özel bir insandı.

Kendi çocuklarına sahip olamamış, başta yeğenleri olmak üzere etrafındaki herkese bir baba şefkati ile yaklaşmış, herkes tarafından aynı sevgi ve saygıyla sevilmiştir.

En büyük özelliği Fenerbahçeliliği idi. Fenerbahçe’nin önemli maçlarını izleyeme yüreği dayanmaz tüm dünya ile iletişimini kopararak kendini ormanlara atardı, son nefesine kadar yüreğinde taşıdı Fenerbahçe sevgisini; son yolculuğun da Fenerbahçe’si yanında idi. Tabutuna sarılan Fenerbahçe forması ile uğurladığımız


 

OSMAN KARABULUT

Deremiz köyleri ve civar ilçelerde hemen hemen her ailenin tanıdığı ve faydası olduğu, hatta Rize ve diğer illerden bile gelip şifa bulduğu, kırık – çıkıklı hastaları benzersiz ustalıkla  tedavi eden büyüğümüzdür. Hastanelerde bile tedavi olamayıp derman için gelenleri merhametli, yardımsever kişiliği, mütevaziliği ile güven veren yapısıyla sadece Allah rızası için büyük başarılarla tedavi ve şifa kaynağı olmuş büyüğümüz. Allah rahmet etsin mekanı cennet olsun. Çok dua aldığını biliyoruz. Şu yazıyı yazanı bile iki kere tedavi etmiştir. Nur içinde yatsın.


MUSTAFA SİPAHİ (Kurtuluş Savaşı Gazisi)

İstiklal Harbinde Afyon Kocatepe’de 52. Alay, 4. Bölükte askerlik görevini yerine getirdi. Askerlik süreci içerisinde Kurtuluş Savaşına katıldı.  1889 (1268) yılında Pazar(Çayeli, Pazar’a bağlı iken) Yavuzlar (Venekdere) Köyünde doğmuştur. 1986 yılında Köyünde vefat etmiştir.


MUHTAR ZİYA BABAL (1909-1950) 

(Suminata ilk yaya yolu getiren büyüğümüz)

Kuzayca Köyüne araba yolu 1969 – 1970 yıllarında gelmiştir. Ondan önceleri, sahile ve komşu köylere yaya olarak patika yollardan gidilirdi. Patika yollar ise çok eski olmayıp Ziya Dedenin zamanında köylülerce yapılmıştır. Ondan önce de patika yol yoktu ve dere boyu sahile yani oradan da çarşıya gidilirdi. Yağmurlu günlerde dere taştığından dolayı sahile inilemezdi.

Zamanın muhtarı Ziya Babal, sahile her şartta inilebilecek yol yapmaya köylüler ile karar verdi ve 1940’lı yıllarda yaklaşık 3500 metre patika yolu kazma, kürek ve balyozlarla açmışlar. Köyden şehre, satmaya götürülen ve şehirden satın alınan şeyler artık daha rahat taşınabilir oldu.

Tabiî ki o günkü şartlarda elle yol açmak hiç de kolay değildi. Hele kayalık yerlerden geçmek daha da zordu, buraları dedelerimiz elleri ile kaya kırarak bir insanın geçebileceği kadar genişlikte yol açmışlardı. Alın teri ve el emeğinin en yoğun noktalardan bir bölümünün fotoğraflarını çektik. 37 yıl önce dedelerimizin ve babalarımızın terk ettiği Hocazeni’de kayadan patika yolu resimlerini burada sunuyoruz.

Kuzayca ve diğer köylerimizin bu anılar dolu yollardan tümünü çekip yayınlayacağız. Tabii ki büyüklerimizden öğrenerek benzer eski yolarımızı ve dedelerimizin eşsiz anılarının geçtiği yolları Temsilcilerimizin de emeği sonucu burada göreceğiz, yaşatacağız.


 

MEHMET ASMALI (MEHMET KAPTAN)

Sayısız insanımızı şehire taşıyan ve ekmek sahibi yapan büyüğümüz.

1928 yılında Kuzayca köyünde doğdu. Askerliğine müteakip İstanbul’a (gurbete) çıktı ve Feshane’de dokumacılık üzerine ustabaşı oldu. 1953 yılında evlendi ve o zamanki adıyla Deniz Yollarına gemici olarak girdi. 1963 yılında Liman İşletmesi römorkörlerinde kaptan ve bilahare Enspektor olarak çalıştı. 1964 yılında Türkiye Denizciler Sendikasının Liman Sendikası Şubesinin kuruluşunda yer alarak bu tarihten itibaren 1993 yılına kadar aralıksız sendika yönetiminde görev aldı.

Mehmet Asmalı’nın ismi yöre sınırları aşmış ve özellikle denizcilik çevrelerinde ismi ön plana çıkmıştır. Hayatı boyunca her zaman doğrunun ve dürüstün yanında olmuş, elinden geldiğince her kese yardımı dokunmuş bir nevi çevresinin bir bileni olmuştur. Çalışma hayatı boyunca başta kendi köylüsü olmak üzere civar il ve ilçelerden hemşerilerini Deniz Yollarına ve çeşitli iş kollarına yerleştirmiştir.

Onları da akrabaları takip etmiştir. 1963 yılında ilk olarak Kuzeyce Köyünü Güzelleştirme Derneğini kurmuş ve başkanlığını yapmıştır. Hayat felsefesi olarak insanı insan yapan değer, çevresine yaydığı ışık kadardır görüşünü benimsemiştir. Mart 2007 yılında vefat eden Mehmet Asmalı 2 çocuk babasıdır.


HIZIR İPSİZ (KOLSUZİ HIZIR DAYİ)

Deremizde bulunan 14 köyün ortayaş ve üzeri herkesin tanıdığı, deremizin ve yaylalarımızın fatihi Çoban Kolsuzi Hızır Dayımız. Allah’ın bizlere verdiği ancak kullanamadığımız otlak ve yeşilliklerimizi değerlendirip et, süt, peynir ve benzeri ihtiyaçları gideren ve kendisi rahmetli olduktan sonra bu potansiyelin yok olduğu deremizin değerli insanı. Yaylaların sembolü idi.  Deremizde eğer bir Besi Çiftliği kuracak olursak (projelerimizde vardır) O’nun isimini vereceğiz inşallah. Nur içinde yatsın.


 

HACI KAZIM AKSU  (07 MART 1921 / 23 MART 1979)

Erken yaşta gurbete gelip İstanbul’a  ilk yerleşenlerden biridir. Balat’ta ikamet etmeye başlamış , yaşamının son dönemlerini Kuzguncukta geçirmiştir. Memleketten  çalışmak için İstanbul’a gurbete gelen tüm gençlerin uğradığı ev onun evidir.  Eşi Fatma Hanımla kurdukları yuvada sadece evlerinin değil yüreklerinin de kapısını açarak aile sıcaklığını yaşatmışlardır. Her zaman bakımlı , düzgün giyimi ve iyi ahlakı ile hatıralarda kalan Kazım Kaptan evlatlarını ve Tüm akrabalarını çok seven iyi yürekli BABA bir adamdı.

5 Güven Maçula gemisine kaptanlık yapan Kazım dedemiz Camialtı Tersanesinin en yakışıklı adamıymış, En büyük zevki Kızı Yıldız AKSU ile Sarayburnun’ da balık yemekmiş.

Yaşarken kendisini tanıma şansımız olmayan ancak bugüne kadar adı her geçtiğinde tüm aile fertleri tarafından sevgi ve özlemle anılan Kazım Dedemizin de unutulmayanlar arasında yer almasını sağlayan bizimle bu fotoğrafları paylaşan kızı Yıldız AKSU KOCA’ ya teşekkür ederiz.


HACI CAVİT KAYIKÇI (BALONCU DEDEMİZ ) / (…… / 05.06 .2000)

Onun gibi  insanları satırlara sığdırmak imkansızdır. Gelecekte de hatırlanması için bu satırlarda yer alması gereken çok özel bir insandır. Nur İçinde Yatsın ….. Kırmızı yanakları, Sakalı , Yumuşacık sesi , Güzel yüzü hiç hatıralarımızdan silinmiyor. Onu tanıyanların unutması  ise zaten mümkün değildir. Pazar Merkez Camiinin altındaki küçücük kitapçı dükkanında  sadece kitap satmaz,  insanlara kitap okuma aşkını aşılardı. Yumuşak uslubu ile insanları korkutmadan Kainatı ve Ahireti anlatır, nasihatları ile yol gösterirdi. Ziyaretçileri onun nur yüzünü görmek  ve duasını almak için uğrarlardı yanına ….  Cebinden hiçbir zaman şekeri ve balonu eksik etmediği için çocukların hayranlık duyduğu baloncu dedesi idi. 2000  yılında kaybettiğimiz çok sevgili dedemizi yaşarken bizden eksik etmediği dualar  ile anıyor,  bugün bile  yaşamımızın her anında onun varlığını hissediyoruz.


Ahmet AKSU ( Terzi Ahmet )  / (…… / 18.08.1995)

Biz onu tanıdığımızda artık emekli olmuştu. Onu Sabahın ilk saatlerinde güneş doğarken kalkan ve soluğu yalıda ki banklarda alan biri olarak hatırlıyorum. İstanbul’dan yada başka şehirden memlekete gittiğinizde ilk onu görür ve memlekete vardığınızı anlardınız.

Uzun boyu , ince  zayıf bedeni , yumuşak bir sesi vardı.Her zaman bakımlı ütülü tertemiz kolalı , mis kokan beyaz gömleklerini hatırlıyorum.Yüzünde bir hüzün gözleri hep buğulu ama göz yaşını hiç görmediğimiz biri idi . İçinde akıtırdı sanki gözyaşlarını , sevinçlerini ve kederini … Sessizdi. Sevgisini sözlerle mimiklerle belli edemez , ama sizi sevdiğini anlardınız. Bir zamanların çok saygı duyulan herkesin çekindiği Terzi Ahmet’ini ben böyle hatırlıyorum.


 

 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.